Dünyayı bilmek isteyen…
Dünyayı bilmek isteyen, önce onu kurmalıdır, hem de kendi içinde. (İ. Kant)
Dünyadaki korku, acı ve yalnızlığın varlığını algılayabiliyor, ama bunları da sanki yüzeye sürtünüp geçerlermiş gibi bulanık , genel duygular olarak algılıyoruz. Tüm diğer duyguları yok sayıyor, bizim duygu olarak tanımladıklarımızı, yalnızca kuruntu, bilgilerimizin ve anılarımızın bir yansıması olarak görüyoruz. Başka türlü nasıl olabilirdi ki, diye düşünüyoruz, çünkü duygularımız, olayların karşılarına çıkmayı bir kenara bırakın, onlara hiç yetişemiyorlar bile. Baş döndürücü bir hızla gelip geçen olaylardan sonra, yaşıyoruz duyguları; aslında onlar düşsel kurgulardır ve yalnızca bizimle sınırlıdırlar.
Yaşamımızın başında bize verilmiş iki ödev; gitgide çevremizi daraltmak ve kendimizi bu çevre dışında saklayıp saklamadığımızı sürekli denetlemek. Bir amaç var, ya peki yol? Bizim yol dediğimiz, bizim akıp giden zamandan başka bir şey değil…. Sonsuzluğun yolunda, nasıl böyle kolayca ve çabuk ilerlediğimize şaşarken nereye kadar gideceğimizi bilmeden, gem vuramadığımız set çekemediğimizin duygularla belki de yuvarlanıyoruz.
İnsanoğlu için varolmak değişmektir, değişmek olgunluktur, olgunluksa kişinin kendini sürekli yaratabilmesidir. Doğumla başlayan yaşam belirli gelişim evrelerinden geçerken , bilinen bir temayı yinelemektedir. Değişimler ve durağan dönemler.
Beklenen hata hatta hevesle beklenen bazı değişimler vardır; çocukluktan gençliğe, bekarlıktan evliliğe, söz dinleyenden, sözünü dinleten kişiliğe dönüşüm gibi…
Sürekli alışılmış bir kalıbı bırakıp, yeni bir kalıba geçiş bir risk bir tehlike. Bir süre kendimizi ortada kalmış gibi hissederiz; karasızlık, oturmamışlık, bizi öylesine sıkar ki sonunda bu sıkıntı bizi yeni döneme yeni kararlara iter. Yeni kararlar alabilmekse güç ve umut verir, yaşam sevicimizi canlandırır. Değişiklik yapabilme ve yeni dünya kurabilme umudu yok olup gittiği zaman, kişinin yaşama arzusu da sönüp gider. Arzu sadece erişe bilineceğine inanılan şeylere duyulur. Bir değişimden geçerken, mutluluk yolcusunun eski kişilik kabuğu çatlamış, emekleyen yeni kişiliği ise bu sert kabuğun içinden, kararsızlığın buz gibi soğuk havasında dışarı çıkmaya çalışır.
Yaşamak amacın varken, amaçsıza doğru, biteceğini bile bile başlamak.
Koştukça varacağın yerin uzaklaştığı, aştıkça yeni bir engelin çıktığı Her adımda bir tuzak bir taş bir kaya Uçarak geçmeyi denersin ulaşacağın yere onca yakınken sana Kanatların mı var? Biliyorsun kırılabilirler taktığın kanatlar yine de uçmaya çalışırsan? yazık olmaz mı sana . Bırakır mı peşini güçlükler ve zorluklar? ya gökte bulurlar seni yada yerde. Ama mücadele et. Önemli görüyorsan yaşamı ve dünyanı uçurumun kenarına iterler de haberin olmaz. Mücadele et gitmek istediğin yerde herkesin kanadı var. Herkes barış dolu herkes özgür. Herkes herkes gibi işte. Mutlu olacağın bir dünya kur kazanacaksın. Yolu belki de yarısındasındır. Yol bitmek üzere hala düşünüyor musun yoksa?
Bu dünyaya sırtını dönüp yürürken, o yaşanmışlıkların izini sürersin kuytularda ve çoğu zaman kendinle karşılaşırsın umulmadık bir köşe başında, el ele tutuşur, yine yürürsün içindeki çocukla Onu büyütmekten korkarak.
Bir gün süzülüp zamanda, uçabildiğimizde düşlerin kanatlarıyla, hayallerimizin yaprağına konabildiğimizde, yeni bir dünyamız olacak ki orda gelmiş geçmiş bütün sevgilerin dans eder gölgeleri, yakalayamaz balıkları ağlar, duvarları olmayan, dikenli tellerle ayrılmış bu sınırdan geçeceğiz. Yapay, anlamsız, kendi sınırlarının tutkuları olmayacağız artık. Onca karanlık içindeyken bile, ışığı görmeyi başarıp, apaydınlık bir dünya kuracağız.
İşte böyle bir dünyayı önce içimizde kurarsak eğer hem kendini bilen, hem de çevremiz için daha yararlı bir insan olacağımız aşikar.
Hacı Bektaş Veli’nin dediği gibi
Hararet Nardadır sacda değildir,
Keramet baştadır tacda değildir
Her ne arar isen kendinde ara
Kudüste Mekkede hacda değil.
Sevgiyle paylaştım.