Sağlık Bakanlığı ve Minimalist Hassasiyetleri
Salı günkü yazımızda sağlık hizmetlerindeki tıkanıklık ve katkı payı adı altında alınan haracın sebebi üzerine laflarken Sağlık Bakanlığı sözcülerinin ağzından “mini acil” kavramı dökülüverdi.
Oysa biz bu yazıda da Hükümetin açıkladığı 135 milyar TL’lik destek fonu için sıraya giren Murat Ülker’in 6 milyar dolarlık, Ferit Şahenk’in 1.5 milyar dolarlık, Ünal Aysal’ın 1 milyar dolarlık erteleme taleplerini, milletçe hepimizin “a…’sına koyan” ama ceza almayı bırak ödüllendirilen Milli Mehmet Cengiz’in 2 yıllık kira ertelemesi talebini ve bu taleplerin sağlığa ve sosyal güvenliğe olan finansal etkilerini konuşacaktık. Neyse günler torbaya girmedi ya, gene konuşuruz.
Biz sağlıkçılar olarak 2 önceki kazara Sağlık Bakanı olan Mehmet Müezzinoğlu zamanında acillerde sorun kalmadığını öğrenmiştik. Çünkü kazara Sağlık Bakanı Müezzinoğlu’nun açıklamasına göre acillerdeki yoğunluğun sebebi sağlıkta dönüşümün çöküşü değil, çocuklarına kız bakmaya gelen ailelerin yarattığı yoğunluktu.
Neyse, yeniden gündeme geldiğine göre ya sistem gerçekten bitti, ya yakında seçim var, ya da her ikisi…
Az geriye saralım o vakit…
Türk Oftalmoloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Süleyman Kaynak Türkiye’de sağlıkta dönüşüm mucizesini (!) merak eden İngiltere Avam Kamarası vekillerine 9 Eylül 2013 yılında yaptığı sunumda özetle 70 milyon nüfuslu ülkede günlük 6 milyon poliklinik muayenesi, yıllık 90 milyon acil servis başvurusu ve 10 milyon MR başvurusunun bu mucizenin bileşenleri olduğunu aktardı. Bizzat acile başvuranların %43’ünün aslında acil olmadığını bildiğini de ekleyerek…
İngilizler şaştı kaldı, elin gavuru “hamuru mayaladım da geldim sıra bekleyemem şu majestiki yaz hele”yi bilmez, “acile gidersem 3 TL vermem”i duymamıştır, şaşacak elbet. Şaşacak çünkü apaçık hukuksuz, ahlaksız ve başkasının yaşam hakkını elinden alan bu suistimallere oy kaygısıyla bizzat devletin kapı açtığını, anlatsan da hafsalası almaz.
Ve evet geçen yazıda 2016 rakamlarıyla acil servis başvurusunun 110 milyona vardığını söylemiştik, 2017 itibarıyla 130 milyonu bulmuşuz.
Teknik ve teorik konuşmaya gerek yok, aslında uzatmaya da gerek yok. Sonra ele alırız, cehaletle beslenmeye bağımlı hale getirilen toplumlarda toplumsal psikoloji, “cahil cesareti” denen ruh hali ile “sebepsiz korku” arasında salınıp duran bir sarkaç halini alır.
“Cahil cesareti”ni aşılar ve aşılamaya karşı tavırda kısmen konuşmuştuk. Sağlık sisteminin ama esas olarak acil servislerin istismarını ise “korku toplumu” olgusuyla görüyoruz. Bunlar idarecilerin kullandığı son derece bilinçli siyasal tercihlerdir. Panzehiri de akıl, bilim ve bilgi paylaşımıdır.
Ülkemizin şanssızlıklarından biri de sağlık, özellikle de toplum sağlığı konularında en bilgi fakiri vekillerin Sağlık Bakanı yapılmasıdır. Hatta bizzat Müezzinoğlu örneğinde görüldüğü gibi ömrünü, geçimini para ile sağlık satan “sağlık tüccarları”nın anayasal güvence altında olan toplum sağlığının emanet edildiği Sağlık Bakanlığı koltuğuna oturtulmaları en vahimidir.
Bu siyasal tercihlerden, maliyeti ucuz ve toplumsal olarak kapsayıcı olan koruyucu sağlık hizmetine öncelik verilmesi yerine, maliyeti pahalı ve son derece bireyci çözüm üreten tedavi edici sağlık hizmetlerini öne çıkması rastlantısal değil elbette.
Herneyse, kısa keselim deyip uzatıyoruz, mevcut Sağlık Bakanı da geçtiğimiz günlerde “acil servislerde bekleme süresini 7 dakikaya indireceğiz, vatandaşlarımız cep telefonundan kontrol edip nerede yoğunluk olduğunu görecek” şeklinde, acil sağlık hizmetini, otopark bekleme süresine, banka vezne sıramatiğine benzeten bir açıklama yaptı. Ne denir ki?
Ha pardon, müjdemi de isterim, artık acil servislerde vale hizmeti de verilecekmiş.
Bu seçme saçmalar kendilerini de memnun etmemiş olacak ki, “aile hekimliği acili” ve “mini acil” kavramlarını da yumurtlayıverdiler. Biz sağlıkçı rasyonalitesiyle “nasıl yani, koruyucu sağlık hizmeti verilen yerde minisi bilmemnesi, ne acili, ne nöbeti, olmayan şeyin minisi mi olur” diye düşünürken, sağolsunlar yormadılar.
Dillerinin altından baklayı çıkardılar: “Bir gece önce aile hekimliği mini aciline başvuran hastalar ertesi gün özel hastanelere başvurduklarında muayene katkı payı ödemeyecekler”.
Pes! İşlemez hale gelen sağlık sisteminde yaklaşan seçim için verilebilecek başka bir seçim rüşveti kalmayınca sağlık sistemin geriye kalan işleyen parçasını da feda etme pahasına yeni bir senaryo ortaya koyuyorlar.
Hem özel sağlık sektörüne, yani büyük sermayeye katkı payı adı altında yapılan kaynak aktarımını vatandaşın cebinden alıp devlete yani SGK’ya yüklüyorlar. Hem işleyen aile hekimliği sistemini bozarken, aile hekiminin imzasını bu yasal soygunun sorumlusu haline getiriyorlar. Hem de artık eskimiş, pörsümüş olan “özel hastane” kozunu seçmen için masaya sürüyorlar, yersen!
Ne diyelim, “oh azıcık suyundan da koy”.