“İnsanları kandırmak, kandırılmış olduklarına ikna etmekten kolaydır”
Mark Twain’in “İnsanları kandırmak, kandırılmış olduklarına ikna etmekten kolaydır” sözüyle başlayan ve hayatımızın her anını, bilincimizin altını ve üstünü etkileyen bir konuya değinen bir kitap bu ayki konum. 2012 yılında Destek Yayınları’ndan çıkan, Sefer Darıcı imzalı Subliminal İşgal adlı kitapta bilinçaltı mesajlarından iknanın özelliklerine, arketiplerden algıya, insan beyninin özelliklerinden bilinçaltı mesaj tekniklerine kadar pek çok önemli detaydan bahsediliyor. Üniversite yıllarında iletişim dünyasının içine girdiğimde dikkatimi çeken bu kitap, reklamların bize neler yapabileceğini belki de biraz korkutucu boyutlarda göz önüne seriyor.
Kültür endüstrisini “insanlara isteklerini ihtiyaç gibi algılatan, her şeyi olan fakat hiç mutlu olmayan bireyler yaratan bir sistemdir” şeklinde tanımlayan Sefer Darıcı, kızgınlığının bu yöntemleri davranışsal olarak bizde yarattığı değişikliği kullanan kişilerin biz farkında olmadan beynimize adeta hükmetmeleri olduğunu söylerken çok da haksız sayılmaz. Günümüzün ortalama kaç saati işte geçiyor? Hiç yoksa dokuz saat “hayatımızı idame ettirecek” parayı kazanmak için bir işle meşgul olmak zorundayız. Bunu yıla, hatta emekli olacağımız güne kadar geçen süreye vurduğumuzda inanılmaz korkunç bir rakam ortaya çıkıyor. Ömrün büyük bir kısmı çalışarak, sevdiğimiz şeylerden uzakta geçerken karşılığında aldığımız para ihtiyaçlara mı yoksa ihtiyaç gibi dayatılan istek ya da bize bir kimlik kazandıracak tüketim mallarına mı gidiyor? Burası önemli. Örneğin bir bardak çaya 5 TL vermek neden kimseyi rahatsız etmez? 70 dolarlık tişörtleri ayda bir dolar karşılığında üreten kadınlar hiç akla gelmez mi? İlk olarak bunları düşünürken bizi sürekli tüketime ikna eden sisteme şöyle göz ucuyla bir bakalım.
Bilinçaltı mesajlarının temelini ikna oluşturur. İkna ise hayatımızı tahminimizin çok ötesinde etkiler. Öyle ki reklamlar bizi sürekli bir şeye ikna eder ve bilinçaltımızı reklamların bize dayattığı şeylerle doldurur. Görüntü beyne girdiği anda doğum ve ölüm arketipi bilinçaltımıza öyle bir yerleşir ki bir de sıklıkla tekrar varsa bize sunulan şey artık kendi düşüncemiz gibi olur. Örneğin ramazan sofralarının olmazsa olmazı deyince artık hurma değil, gazlı içecekler akla geliyor. Çünkü reklamlar bize ramazan sofralarının nasıl olması gerektiğini öyle anlatır. Bu da ikinci önemli nokta.
Kitapla ilgili diğer önemli bir konu ise subliminal mesajlar… Çokmasum görünen görüntülerin içinde yer alan inanılmaz kötü mesajlar var. Bunları kare kare incelemek pek kolay olmasa da bilinçaltımız tüm mesajları ince ince işliyor. Tabii bu durum sadece reklamlarda değil, filmlerde, afişlerde, tablolarda dahi karşımıza çıkıyor. Bu mesajlar farklı tekniklerle işleniyor ve görmek için gözden fazlası gerekiyor. Etkilerini ise özellikle incelemek ve detaylandırmak lazım ama bunun için kitabı okumak daha doğru olacak. Ancak ben yazıma burada son verip sizi kitapla ve içindeki şok edici görsellerle baş başa bırakmayı tercih ediyorum. Kitabın arkasındaki yazı, bu kitabı neden okumamız gerektiğini de çok güzel özetliyor.
“Kapitalizmin geçtiğimiz yüzyılın ortalarında keşfettiği ve ilk örnekleri sinema filmlerinde ‘25.Kare’ tekniğiyle sinsice bilinçaltımıza nüfuz eden subliminal mesaj fenomeni artık çağımızda her yanımızı kuşatmış durumda. Reklamlar, dizi filmler, afişler, aklınıza gelebilecek bütün argümanlarla algı sistemimizi dumura uğratan, korteksimizi devre dışı bırakarak bize arzularımızı ihtiyacımızmış gibi empoze eden, profesyonelce uyguladığı arketiplerle bilincimizin etrafından bir yılan gibi süzülerek ruhumuzu muhasara altına alan bu ikna makinesinin tüm parçalarını sökerek onu deşifre eden Subliminal İşgal, Marx’ın ‘Eğer kötülük olmasaydı tarih de olmazdı’ sözüne atıfta bulunarak hepimizi aydınlatmayı amaçlıyor.”
Beni benden alan bir kitaptı