YAKIN GELECEK BİZİM KIYAMETİMİZ Mİ
YAKIN GELECEK BİZİM KIYAMETİMİZ Mİ
Bir ülke küresel salgını konuşmak ve onun neden olduğu sorunlara çözüm aramak yerine neden bu kadar çok konuyu konuşur?
Bizim için ilginç bir soru oldu.
Sanki kaderimiz dertler ile boğuşmak.
Ama bu dertleri başımıza kim açar hiç sorgulamadan.
Geçtiğimiz birkaç ayda ne kadar çok dehşetli gündemimiz oldu, farkında mıyız?
Korona salgını, Doğu Akdeniz sorunu, Libya, devam ede gelen Suriye, yeni kurulan partiler, ekonominin durmasından kaynaklanan sorunlar ve üstüne cila niyetine kur ve altında ki artış.
Ayrı bir başlık açacak olursak yüz yıllık sosyolojisini tamamlayan cumhuriyetin mağdur ettiği ve temelde birer derebeylik olan dini organizasyonların zirveye çıkan tatminsizliği.
Buna ilave olarak ütopya olma sınırlarını zorlayan hilafet arzusu.
Buradan bakınca hükümetin bir hayali gerçekleştirmesi bile yetmedi.
Dış politika için risk alınıp Ayasofya’nın ibadete açılması bile kesmedi.
İlave olarak İstanbul Sözleşmesi tartışmaya açıldı ki Cumhurbaşkanını tehdit etme seviyelerine kadar vardırılarak.
Hatta kadınların büyük çoğunluğunu fahişe diye itham etmek bile bu hızlı gelişmenin gerisinde kaldı.
Bence mevcudu muhafaza emenin derdinde olan Cumhurbaşkanını Nato ittifakından çıkarıp Rus ittifakına sokma çabaları da ayrı bir başlık.
Her ne kadar “Yinede şahlanıyor kolbaşının kır atı” naraları atsak da son üç yüz yılımızı ittifaklara mecbur geçirdik.
Anti ABD’ci tavırlar ile bağımsızlaşacağımız yerine Rus perverlik ile yeni bir köleliğin dayatması çok janjanlı oluyor.
Girdiğimiz Arap baharı topunu hala kalemizde çıkarmadan türlü türlü musibetler ile sadece insan gücümüz ile mücadele zor.
Düşünsenize , neredeyse yarım yüz yıla dayanan PKK isimli ayrılıkçı Kürt sorunumuzu bile devasa insan gücümüzle çözmekte ne kadar zorlanıyoruz.
Teşhise gelirsek, bizim temel sorunumuz çok uzun yıllardır teslimiyet sosyolojisinden düşünme evresine geçemeyişimiz.
Ganimetçi ekonomiden üretim ekonomisi sosyolojisine dönüşemememiz.
Tarımın kutsallığından emeğin kutsallığına adım atamamamız.
Bu eksiklikler bir önceki yazımda da bahsettiğim gibi sadece cihatçı yada fetihçi anlayışı zorlayarak tatmine çalışılıyor.
Bunda küçük bir makul kesim hariç hemen tüm toplumsal katmanlar sanki iş birliği yapmış.
En küçük örnek, dışarıda olamasa bile içeride ganimet mantığı ile ranta kurban edilen alanlar sanırım iddiamın delili olabilir.
Mustafa Kemal’in yeniden inşa ettiği ağırlıklı toplum, devlet ve birey yurttaş modeli yoku artırmak ve fedakarlık ile ana çerçevede şekillenmişti.
Oysa son kırk yıldır inşa edilmeye çalışılan tüm dinamikler fedakarlık dışı her türlü öğeyi barındırıyor.
Hatta hilafet arzusu ile yanan dindar kesim tüm diğer objeleri bırakıp 15 Temmuz faciasında birbirini kırdı.
Yani ortak nokta bulmakta bir hayli zorlandı.
Bu biat anlayışının da dışında cereyan etti.
Çünkü birbirine karşı müttefikleri kendilerinden değildi.
Şimdi son fasılda tercihleri ve etkilendikleri alanlar itibarıyla keskin hatlar ile birbirinden ayrılan ve yüzdelik dilimleri farklı olan toplumu çatışmadan geleceğe taşımak nasıl olacak?
Birer derebeyi edasında ki tarikat ve cemaatler vermeden nasıl kontrol edilecek?
Ağırlıklı travmatik eylemler buradan gelecek.
Dış siyasette nasıl bir taviz ile yeni ittifaklar kurulacak yada mevcutlar devam ettirilecek?
70 yıllık birikmiş bu sorunlara çözüm önerisi olan sosyolog yetiştirememiş olmanın acısını çok çekeceğiz.
Umarım tüm bunlar bizim kıyametimiz olmaz.