KIRIK DÖKÜK TÜRKÇÜLÜĞÜMÜZ

  • 30 Aralık 2019 14:32

KIRIK DÖKÜK TÜRKÇÜLÜĞÜMÜZÖZÜR: Yazımı kaleme alırken bir dost meclisinde dinlediğim uzmanın anlattıklarını yanlış not aldığım ve iyi araştırmadığım için Bahaddin Nakşıbend ile Hoca Ahmed Yesevi arasında ki zaman dilimini ilişkilendirip olmaması gereken bir hataya sebep oldum. Bir diğer hata ise Sasaniler ile Safevielrin karıştırılmasıydı. Bu iki vahim hata için okuyuculardan özür diliyorum.
Bu yazı sabırları zorlayacak derece de uzun oldu. Aslında bir deneme mantığı ile kaleme alındı. Bazı kabullerin oturması kısa süre alırken bazıları asırlarca zamanın geçmesini gerektiriyor. Din her toplumda çok kısa sürede kabullenilip uygulanırken milli kimlik kendini kabul ettirmekte zorlanıyor.
Aslında bu ki kavram örtüşür gibi görünse de temelde ciddi çelişkiler barındırıyor. Sadece pagan inançlar bazen kabile düzeyinde kalabildiği için aralarında görece bir uzlaşı söz konusu. Milliyetçilik küçük ve göçer toplumların kendilerini tarifte zorlanmadıkları fakat bir şekilde çeşitli ulusları barındıran topluluklarda geçişkenliklere neden olduğundan tarifi zor kavramlardandır.
İslama geçiş sürecinde Türkler dini kabuller noktasında bir hayli zorlandılar. Bazılarının sapıkça kutsadığı Kuteybe Bin Müslim isimli Emevi generalinin yaptığı katliamlar dahi iman noktasında sorunlu bir milleti doğurdu. Sanıldığı gibi kitlesel İslama geçiş bu katliamlar neticesinde olmadı. Türkler kendi itikadi ve tasavvufi yöntemlerini geliştirerek ancak İslama yaklaştı.
Burada ki temel argüman Arap milliyetçiliğini bağıra bağıra ülkeleri istila eden bir anlayışa direnip makul olan dini kabullenme özverisiydi. Hatta Bahaddin Nakşibend tüm eleştirel bakışı ile statükocu Hint sufizmine benzer ritüelleri ve uniform giyinme şekillerini reddederek Türk tarikatını yani tasavvufunu ortaya çıkaran kişilik olarak tarihin defterinde kayıtlı. Bir adım öncesinde Arap milliyetçiliğinin baskın olduğu tebliğ argümanlarına karşı pagan Türkmen inançlarını tevhid potasında eriten ve Türklerin tüm sosyal halleri ile imanına vesile olan Hoca Ahmed Yesevi mutlaka unutulmamalıdır. Genelde Türklerin İslamlaşması şehirliler üzerinden düşünüldüğü için bozkır ihmal edilir ve kitlesel dönüş gözardı olur.
Şimdi bu argümanlar üzerinden devam edersek önceleri bu direnci gösteren Türkler o devirde Sasanilerden fethedilmiş İran’ın sünni İslamından hatırı sayılır seviyede etkilenmiştir. Sonrasın da halifeye yaklaştıkça İran etkisinden Arap etkisine geçiş süreci başladı. Yönetsel tercihler bile burada belirleyici göstergelerdir.
Bu erimeye tek direnen yapı Yavuz Selim sonrasına kadar Osmanlıydı. Ki bu hal Arapların dini ve idari bürokraside yer almasıyla gerilemeye başladı. Çünkü emperyal iddiaların bir ütopyası olması gerekliydi, bu da Osmanlı üzerinde din olarak tezahür etti.
Osmanlı Devletinin yıkılma ve yok olama sürecinde hem cemiyetler düzeyinde hem de devlet düzeyinde denen çözümler başarısız oldu. III. Selim ile başlayan çöküşe çare önce modernizim olarak denendi ve padişah karşılaştığı direnç sonucu canından oldu. Sonrasında Abdülaziz ve II. Abdülhamid ile denemeler zirvesini gördü.
Osmanlıcılığın ve ümmetçiliğin kabul görmemesi üzerine özellikle Jön Türkler öncülüğünde İttihat ve Terakki Cemiyeti eliyle Türkçülük inşa edilmeye çalışıldı fakat o da millet kavramını yitirmiş Yörük ve Türkmen olarak sosyolojik anlamada bölünmüş topluluk da bir sonuç verme noktasında zayıf kaldı.
Hatta İttihatçı kadroların yoğun desteğine rağmen her türlü şart da müsait olma koşulu ile Atatürk bile bu işi oturtamadı. Eğer öyle olmasaydı 1950 Demokrat Parti iktidarı ile gelişen pragmatizim din kisvesi altında Arap hegemonyasını tekrar yerleştiremezdi.
Tek belirleyici olarak Ziya Gökalp dışında bize veri sunacak bir sosyolog tarih kayıtlarına geçmedi. Belki çok parlak beyinler Türklük noktasında iddialı oldu ama o da bireysel kaldı. Ne çare ki belli sayıda Türkçülük iddiası olanlar Alparslan Türkeş’in liderliğinde Ahmet Arvasi’nin manevi önderliğinde Necip Fazıl’ın şiirsel çıkışlarında din argümanı arkasına itilerek Ülkücülük kavramı ile bastırıldı. Hatta komik olarak bu gün geçmişte iktidara gelirsek ilk Türkçüleri yok edeceğiz diyenlerin ironinin zirvesini yapıp yerli otomobil lansmanı ile sunulan prototipi bile bozkurta ta benzetmesiydi.
Düşünsenize Türklerin ihtiyacına binaen geliştirilen Nakşibendi tarikatı bile artık Arap şeyhlerin güdüm ve yönetiminde. Hatta Hoca Ahmed Yesevi ve Hacı Bektaş-ı Veli ekolü dahi Alevilik adı altında tekfir edilebilmekte.
Bu topraklarda modern zamanda milliyetçi olamayan iki unsur vardır. Çoğunluk itibarıyla din ile konsolide edilirler. Biri Türkler bir diğeri Kürtlerdir. PKK denilen görece Kürt milliyetçisi örgüt dahi bu konuda her iki taraf için keskin milliyetçilik ayrımını beceremedi.
Bütün bunlara rağmen Çerkesler Ermeniler, Rumlar, Yahudiler milliyetçidir. Genelde kapalı yaşarlar ve birbirlerini her yerde tanırlar.
Gelelim Türk milliyetçisi olduğunu iddia edenlere. MHP, son dönemde misyonu gereği Arabist diyebileceğimiz Selefi anlayışa yakın bir siyasi harekete destek vermeyi din kadar kutsal olan devlet bekası kılıfı ile meşrulaştırmakta.
CHP, İttihat Terakki mirasına rağmen İsmet İnönü’nün kudretli devlet anlayışına uydurmaya çalıştığı ve 1945 sonrası süreçte yaptığı yanlışlara mukabil başı boş kalan sosyalizmi konsolide etmek için ürettiği ve Ecevit’in dilinden düşürmediği ortanın sollu kavramıyla milliyetçiliği reddetti.
Türev partilere bakacak olursak iddiaları kısır ve tutarsız olduğundan milliyetçilik kitlesel olarak terk edilmek üzere.
Bir diğer ilginç olan ise Türk milliyetçiliği kavramının son kırk yıldır Çerkeslerin, Arapların, Boşnakların ve Kürtlerin tekeline geçmesi. Bu konuda görünür olmak da mahsur görmeyenlerin aksine ailece yada cemiyetlerince iddiaları olanları incelediğinizde çoğunluğun nesebini saklayarak ve ailesinin sürekli göçlerle geçmişe ait izlerini sildiğini düşünenlerin yaptıkları. Sonuç itibarıyla bu kavramların doğurduğu katma değerler hep bunların sömürüsüne açık kalmıştır.
Tutarsızlığı tutarlılık adına çevirebilmek için özetle bu gün milli sayılabilecek sınırlarımız içerisinde bayrak dalgalandırabiliyorsak bile mevcut bunca yıkıma rağmen kırık dökük Türkçülüğümüz sayesinde varız.

Bu haber ilgini çekebilir ->  13. Alaçatı Ot Festivali’nde Ayhan Sicimoğlu rüzgarı
ZİYARETÇİ YORUMLARI

Henüz yorum yapılmamış. İlk yorumu aşağıdaki form aracılığıyla siz yapabilirsiniz.

BİR YORUM YAZ

Bu site, istenmeyenleri azaltmak için Akismet kullanıyor. Yorum verilerinizin nasıl işlendiği hakkında daha fazla bilgi edinin.